Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör atanmasını protesto etmek için üniversite öğrencilerinin geliştirdiği itiraz, uzun süre susuz kalındıktan sonra çölde bulunan bir vaha etkisi gösteriyor demokratik bir ülke özlemi olan herkesin üzerinde. Herkesin demokrasiye dair ancak serap görebildiği koşullarda baskı ve zulüm çölünde böyle bir vaha yaratabilmiş olması elbette önemli. Ağzını açanın, hapsi boyladığı bu koşullarda geliştirilen bu itiraz özerk üniversite ve özerk bilimsel geleneğin kısmen de olsa yaratılabilmiş olduğu bir üniversitede ortaya çıkmış olması elbette tesadüf değil. Derdini iki cümle ile ifade edebilecek birikimden yoksun insanlara profesör titrlerinin verildiği, çalma çırpma, aşırma, intihal çalışmalarla tezlerin, kitapların yazıldığı bir bilim ve akademi dünyası çok uzun zamandır Türkiye’deki üniversitelerin temel kanıksanmış ve neredeyse kimseyi rahatsız etmeyen özelliği. “Güneş dil teorisi”, “güneş tarih teorisi” gibi ırkçı kafatasçı tezlerin üzerine tesis edilmiş yeni cumhuriyetin akademi ve bilim dünyasının, bugünkü iklimin temeli olduğunu elbette akıldan çıkarmamak lazım. Bugünkü iktidarın kazanılmasında ve bu kadar uzun süre ayakta kalabilmesinde insanların inancı ve yaşam biçimine, eğitim hakkına dair ciddi bir insan hakkı ihlali olan ve bilim ile hiçbir alakası olmayan üniversitelerde uygulanan başörtü yasağının büyük bir rol oynadığını akıldan çıkarmamak lazım. Yeni cumhuriyet kurulurken İslami etkiyi kırmak ve devlete hizmet edecek bir din anlayışını geliştirmek, güdümlü bir laisizmi kurumsallaştırmak için pozitivist anlayışla bir yandan bilim olabildiğince kutsanıp yüceltilirken bir yandan da bilim dışı ırkçı bir anlayışla Türklük ve İslam dışındaki tüm kimlikleri inkâr eden tezler, yeni cumhuriyetin temel paradigması haline getirildi. Üniversiteler bilimsel çalışmaların geliştirildiği merkezler değil, yeni cumhuriyetin tekçi ideolojisinin bütün topluma üstten ve ciddi bir baskı ile dayatıldığı politikaların ideolojik üretim merkezleri olarak işlev gördü.
Cumhuriyetin yüz yıla yakın bir sürede inşa edilen ve devam ettirilen tepeden inme modernleşme projesine Türkiye toplumunun tepkisi yeni bir partiyi iktidara taşıyan ve uzun süre onu iktidarda tutan bir intikamla geldi. Ancak bu intikam Türkiye toplumuna aydınlığı getirmedi. Türkiye toplumunu modernliği ve Batıcılığı üstten topluma dayatan, insanların ne giyeceğinden nasıl nefes alacağına kadar belirleyen Türkçü İslamcı tekçiliğinin karanlığından tek tip yaşam biçimini, tek tip inancı, tek tip dini üstten insanlara dayatan İslamcı Türkçü tekçiliğin karanlığına savurdu. Ve elbette her iki tip tekçi baskıcı iktidarın inşasında da akademi ve üniversite çok önemli bir rol oynadı. Her iki iktidarın da paradigmasının inşasında, geliştirilip yaygınlaştırılmasında ve toplum nezdinde meşrulaştırılmasında en büyük vebal akademinin boynundadır. Bütün bunlar yaşanırken özerk bilimsel tavra sahip, itiraz eden, iktidarın bilim üzerindeki vesayetini kabul etmeyen bilimsel yaklaşım ne yazık ki Türkiye akademi dünyasında çok cılız vücut bulabildi. Bugün ve geçmişteki tüm baskı ortamlarında dönem dönem güçlü, tarihsel seyir içinde ise sürekli olarak cılız da olsa tepkiler verebilen üniversite gençliği ve akademi çok az da olsa yaratılabilen özerk bilim ve akademiyanın eseridir. İktidar sahiplerinin, Boğaziçi Üniversitesi’nde baskılara karşı geliştirilen itirazı gölgelemek için yönelttiği “elitizm” suçlamaları ve tartışmalarına girmek şu anda abesle iştigaldir ve geliştirilen itirazın kendi yörüngesinin dışında tartışılmasından başka bir şeye hizmet etmez. Bugünkü iktidardan faydalananların kendilerine bir önceki iktidardan katbekat lükse ve şatafata dayalı elitist bir yaşam plantasyonu kurduklarını hatırlatarak ve önceki iktidar biçiminin geliştirdiği elitizme eleştiri ve itiraz hakkını saklı tutarak asıl meseleye yani akademisyen ve öğrencilerin geliştirdiği itirazı tartışmaya dönmek gerekir. Kürd’ün belediyesine, derneğine atanan kayyum, iktidar gibi düşünmeyen hatta iktidar gibi de düşünse her Türk’ün üniversitesine, akademisine, bilimine, sanatına ve hatta aklına ve vicdanına atanan kayyuma dönüşeceği bilince çıkarılmadan ve bu anlamda mücadele ortaklaştırılmadan özerk bilim ve üniversite de demokratik bir toplum da ancak bir serap olarak kalabilir.